“Her an burada olabilirler koş! Hayır, sakın arkana bakma. Sadece koş haydi!” Göğsüm daralıyor, kalbimin tam ortasına korkunç bir acı saplanıyordu. İri güçlü eller kaburgalarımı kırmak için birbirleriyle yarışıyordu. Boğazım yıllarca susuz kalmışçasına kurumuş, sızlıyordu. Nefes alıp verirken çektiğim ızdırap ölümü andırıyordu.
Bu eziyete neden katlandığımı hiç bilmiyorum. Aslında ne koşmak istiyorum ne de kaçmak… Bir gönüllü zamanı durdurup bana neler olup bittiğini anlatabilir miydi acaba?
“Daha fazla devam edemeyeceğim yeter artık! Kimden kaçıyoruz? Neden kaçıyoruz? Nereye gidiyoruz? Gecenin bu saatinde ormanda ne arıyoruz? (!)” Sesim devasa ormanda yankı yapıyor ve hırçın haykırışları kulağını tırmalıyordu. Barnett’e olan sonsuz güvenim mümkün olduğunca kendi çenesimi kapatmamı sağlamıştı. Fakat artık ayaklarım görevinden istifa etmekte geç kaldıklarını fark etmişti. Hem bu şekilde daha ne kadar devam edebilirdim ki? Barnett benden ne bekliyordu?
“Şimdi bunların sırası değil! Lütfen dayanmaya çalış… Seni bir kere görürlerse bir daha peşini bırakmazlar! Mümkün olduğunca çabuk buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Nedenini sorma çünkü sana şuan bunu açıklayamam. Ama bana inanmalısın Dessa… Bana güveniyorsun değil mi?” Yüz ifadesi bütün duyguları birden yansıtmaya çalışıyor, göz bebekleri ürkütücü derecede bir hâl alıyordu. Barnett’in duygularının ne kadar karmakarışıklaşmaya başladığını fark ettim.
“Ölmemek için dayanmalısın Dessa…” Ağzından ahenkle süzülen kelimelerin yüzüme tokat gibi inişini sindirmeye çalıştım önce.
Barnett elini hafifçe yukarı kaldırmış, ne yapması gerektiği konusunda tereddütte kalmıştı. Alev alev yanan tenime buz gibi sert bir cismin değdiğini hissettim ve minnettarca gülümsedim. Fakat sonra tenime değen cismin Barnett’in soğuk ve sert elleri olduğunu anladım. Üzerimden bir titreme geçti. Bu hoşuma gitmiş miydi bilmiyordum. Ellerini ellerime sıkıca kenetlemiş gözlerimin derinliklerine iniyordu. Sıcak nefesini üzerimde hissediyordum. Ve nihayet dudakları dudaklarımı bulmuştu. Olanların şokunu hâlâ üzerimden atamamıştım. Barnett’in bana karşı böyle duygular beslediğini düşünerek büyümüştüm. İlk öpücüğünü hayal ederken uykularım kaçmıştı. Ben büyük bir özlemle bu anı beklerken neden bu kadar zaman beklemişti? Duygularını açmak için bu kadar yanlış bir zamanı bulmak zorunda mıydı? Yada belki de… Hayır, bu fikri aklımdan hemen fırlatıp attım. Beni ikna etmek için bunları söylüyor olamazdı. Duygularımla oynamaya cesaret edemezdi değil mi? Bu kadar zalim ve kötü biri değildi o.
Belki de yapabileceğim en şapşal şeyi yaptım. Sadece hafifçe, söylediklerini onaylamak için başımı yukarı-aşağı hareket ettirdim.
***
“Mutlaka bir yolu olmalı… Yakalansak bile kurtulmanın bir yolu vardır!” Yenilgiyi kabul etmek en baştan kocaman bir eksi değil miydi? Peki Barnett bunu neden yapıyordu. Eğer yeterince inanırsak, ikimiz birlikte bu işin üstesinden de gelebilirdik. Barnett dövüşmek için fazlasıyla güçlüydü fakat dövüşmek için bir neden olması gerekirdi. Şimdi dövüşmesi için çok açık bir neden varken neden bundan şiddetle kaçındığını anlayamıyordum. Düşmanın karşısında şüphesiz yeneceğini biliyordum, buna inanıyordum.
“Evet ama çok küçük bir ihtimal, onların elinden kurtulanlar bile onlara hizmet etmek için geri döndüler. Neden bilmiyorum ama döndüler işte!” Bu da ne demekti? Bulmaca gibi konuşmasına neden oldukları için onların gerçekten kim olduğunu merak etmiştim.
“İhtimal ne?” Bana güç veren şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Fakat onu gücü hissediyordum. O güç sayesinde belki de asla pes etmeyecektim. Bu cehennemden kurtulmamın tek yolu zaten o güce inanmaktı sanırım… Buz soğukluğundaki yeşil gözlerimi kocaman, merakla açtım. Bilgiye susamış bir öğrenci gibi buradan kurtulmanın yollarını arayacaktım. Eğer bana destek veren o gücü Barnett’ de fark ederse… Tamamdır! Şu andan itibaren ilk görevimi Barnett’in üzerindeki şu karamsar düşünceyi kaldırmaya ve o gücü onun da fark etmesi için uğraş vermeye tayin ediyorum.
“Onlara kendin olduğunu kanıtlamalısın…” Sözüne devam etme fırsatı bulamadan yere yığılmıştı. Göğsünde bir ok vardı. Çığlığı kopardım ve hızla Barnett’in yanına koştum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sağlık derslerinden kaçmak yerine, en azından bir ders kalıp yaralılara nasıl pansuman yapılacağını öğrenmediğim için kendime lanet okuyordum. “Derin nefes almalıyım… Derin nefes al, derin derin nefes al Dessa” kendi kendime söylenirken derin nefes almanın benim değil Barnett’in yapması gerektiğini hatırladım.
“Derin nefes al! ” T-shirt kan içinde kalmış, üzerine yapışmıştı. Görünüşe göre yara epey derin olmalıydı. Hatta bir okun delemeyeceği kadar derin… Ve sonra ok yavaş yavaş bulanıklaşmaya başladı, okun bulunduğu kısmı gri bir tabaka kaplamıştı. Bana saatler kadar uzun gelen sürede ne yapacağımı bilemez halde donakaldım. Sadece göz yaşlarım hızla akmaya başlamıştı. Sis artık pembeleşmeye başladığında ancak kendime gelebildim. Ok! Oku göremiyorum.
“Beni boşver biran önce buradan git!” Elini hafifçe kaldırıp gitmemi işaret etme çabaları sonuçsuz kalıyordu. Yarası oldukça ağırdı besbelli. Birisi onu susturmak için inadına yapıyor gibiydi. Çünkü ikinci okta çok geçmeden Barnett’in göğsündeki yerini aldı. Biraz önce göğsünde duran fakat sonra ortadan kaybolan okun isabet ettiği yerdeydi diğer okta.
“Hayır, seni burada bu şekilde bırakamam Barnett… Benim için hayatını tehlikeye attın! Benim yüzümden buradasın. Bunu görmezden gelmemi bekleme benden! Hem ilginç şeyler oluyor fark ediyorsun değil mi? Okun aynı yere tekrar atılması tesadüf değil, olamaz. Bu işte bizim bilmediğimiz bir şey var ve ben Barnett bunu ne pahasına olursa olsun öğrenmeye kararlıyım! Seni bilmediğim bir şey uğruna kaybedemem anlıyor musun?(!)” Gözlerim kan çanağıymışçasına kızarmış, acıyordu. Onu kaybetmek istemiyordum.
“Saağ-nnaa bura-daannn gittmmeeniğ söyleediiimim Dessaaa! GİTTTT !” Neden ısrarla inat etmekte kararlı olduğunu anlamıyorum. Yarası çok ağır olduğundan öncelikle bu işlerden anlayan birinin onu görmesi gerekiyordu. Ormanda böyle birinin olduğunu pek sanmıyorum. Bu yüzden ormandan çıkmamız gerekiyordu. Tabii yolu bulabilirsem. Barnett bana yolu tarif edemeyecek kadar kötü durumdaydı. Zaten yolu bildiğinden şüpheliyim. Yaprakların hışırtıları kulağımı tırmalarken Barnett’e anlam veremeyen özlerle baktım. Biz hareket etmediğimize göre hışırtıyı çıkaranda biz olamazdık. Ve o anda hızla arkama döndüm işte ordaydılar. Tam karşımda. Barnett’in ne demek istediğini anladım. Karşımda duran kişi benim aynımdı.
“ARTIK BUNUN İÇİN ÇOK GEÇÇ! GELDİLERRR!”