Bu gün hava harikaydı, benim sevincimi kutluyor olmalılardı. Bu gün Hogwarts Büyücülük Okuluna gidiyordum. Bu ne büyük bir şanstı! Sabah heyecanla toplanıp annemle babamın yanında bitmiştim. King's Cross'ta büyücü peronu 9 3/4' e gidecektik. Sırf bu gün için Roma'dan gelmiştik ve büyükannemin evinde kalmıştık. Şimdi de King's Cross'a doğru yol alıyorduk.
Arabamızın penceresinden baktım. Bu Muggle dünyasını bırakıp sihir ve büyüyle dolu bir dünyaya gidiyordum ne de olsa. Buraya son bakışlarımı atmalıydım. En azından Yarıyıl tatiline kadar göremeyecektim burayı.
''Adyali, hayatım. Haydi geldik.'' dedi annem ve beni çekiştirdi. Büyük ihtimalle geç kalıyordum. Yanıma aldıklarım burayı hatırlatıcak anılardı. Diğer büyücülük eşyalarımı sonra alacaktım. Küçük bavulumu annemin yanından taşımaya başladım. Annem de Hufflepuff'tan mezundu ve benim de oraya girmeme çok sevinmişti. Ben ta 11 yaşındayken. Babam annemin tam zıttı olarak Ravenclaw'dan dı. Benim de Hufflepuff'dan olacağımı kestirmişti zaten. Sonunda peron 9'un duıvarına gelmiştik. Buradan ölesiye korkardım. Bir bebek gibi annemin kolundan tutup gözlerimi kapadım. Ve işte! Bütün küçük çaylaklar, büyükler ve anne-babalar gürütüyle birbiriyle vedalaşıyorlardı. Benim de öyle olduğum zamanlar vardı. Sonunda babam bana dönünce bizim de vedalaşmamız gerektiğini anladım.
''Baba!'' dedim ve babama sarıldım. O ciddi yüzünün biraz olsun yumuşadığını biliyordum. Daha yeni çekildiğimde annem beni kaptı. Sıkı sıkı sarıldı.
''Ouf, anne. Beni eziyorsun!'' dedim zar zor. Annem de
''Özür dilerim tatlım.'' dedi. Gözlerinde yine yaşlar birikmişti. Hafifçe yaşları silip beni yavaşça geriye çekti. Sonunda ayaklarımı hareket ettireceğim gücü buldum ve trene doğr yürümeye başladım.
Kalabalıktan zorlukla geçtim ve boş olan bir kompartmana kendimi attım. Altıncı sınıfta olmama rağmen, hiç dostum yoktu ve buna çok üzülüyordum. Yavaşça cam kenarına oturup trenin hareket etmesini bekledim.